31 Ocak 2016 Pazar

1984 / GEORGE ORWELL


Film, İngiliz yazar George Orwell'in 1949 yılında yayınlanan romanı 1984 den esinlenmiştir. Roman gelecekte yani 1984 yılında geçen bir karşı ütopyayı anlatıyor.1984 yılındaki İngiltere . Baskıcı bir yönetim, her şeye egemen tek bir parti . Dünya iki kutuptan oluşuyor,  Avrasya ve Okyanusya . Birbiriyle sürekli savaş halinde olan iki kutuptan bahsediyoruz. Ekonomi, üretim araçları  her şey ama her şey bu otoritenin elinde. Tüm bu yapının başında ise herkesi, her an  ve her yerde izleyen , denetleyen Big  Brother var. Sokaklarda, iş yerlerinde, evlerde ve hatta onlar uyurken dahi  dev bir ekrandan sürekli izlenen ve onlara seslenen bir iktidar güç bulunmaktadır. Rejim karşıtı eylemler  cezalarla sonuçlanıyor ve bu ceza büyük oranda ölüm oluyor. Öldürülen insanlar ise önce yoğun bir işkenceden geçiriliyor. İşkencede yaptıkları ve bu arada yapmadıkları pek çok şeyi itiraf ediyorlar. Halkın önünde deşifre ediliyorlar. Pişman ve ıslah olduklarını söylüyorlar. Ve bir süre sonra isimleri kayıtlardan siliniyor. Yani hiç yaşamamış oluyorlar. ‘Düşünce suçu ölümdür.’ sözü filmde sıkça tekrarlanan bir repliktir. Bunun dışında tele-ekrandan yankılanan diğer sözler dikkat çekicidir. Örneğin;

'Savaş barıştır.'
'Özgürlük köleliktir.'
'Cehalet güçtür.'

Filmde büyük bir sefalet dikkat çeken başka bir özelliktir. İnsanlar neredeyse harabe denilebilecek yerlerde yaşamaktadır. Filmin  baş kahramanı Winston’un kaldığı oda bunu açıklamaya yetecektir. Bir yatak,  sandalye , komidin ve tabi ki dev bir ekrandan oluşmaktadır. Temel besin maddelerine dahi zorlukla ulaşılıyor. Traş bıçağı o kadar zor bulunan bir şey ki herkes birbirinden istiyor bunun  yanında çay, kahve, çikolata ve keyif verici maddeleri bulmak neredeyse imkansız. Ancak filmde bolca içki tüketimi olduğu da gözden kaçmayan bir ayrıntı. Her yerde düşünce polisleri vardır ve bunların kim olduğu belli değildir. Anti-sex partisi vardır ve 'Siyasal güç orgazmın üstündedir. ' der. Evlilikleri azaltıp bekareti korumak temel amaçlarıdır. Yapay döllenme bulunana kadar kadınların kendisini saklaması istenmektedir. Evlilik çok hoş karşılanmasa da  yasak değildir. Üreme amacıyla izin verilir ancak üremek de tehlikeli bir şeydir. Çünkü az önce bahsettiğim gibi düşünce polisleri vardır ve çocuklar ideolojik bir eğitimden geçmekte ve ailelerini mimlemek üzere kullanılmaktadır.

Tele-ekranın insanların yaşantısı üzerindeki rolünden biraz daha bahsetmek istiyorum. İnsanları tele –ekrandan gelen ses uyandırıyor. Ve herkesi ekranın karşısına geçirip, kendisiyle beraber spor yapmaya zorluyor. Başaramadığı hareketler için kızılıyor ve o hareketi düzgün yapana kadar tekrar yaptırılıyor. Burada bir parantez açarak günümüz televizyonlarında yayınlanan Big Brother programıyla bir bağlantı kurmak istiyorum. Dikkat ettiyseniz onlarda güne ‘Big Brother’ ın çağrısıyla uyanıyorlar ve herkes yatağından kalkana kadar çağrı devam ediyor.

İş yerlerinde ise her çalışanın masasında tele-ekran bulunmakta ve çalışıp çalışmadığı ne  yaptığı sürekli izlenmektedir. Başka bir işle uğraşmak, zaman kaybetmek  veya iş arkadaşlarıyla konuşmak asla yok.Winston’un çalışma alanı görüntüye girdiği an  bu detayın gözünüzden kaçmayacağına eminim. Evlerde de dev boyutlarda tele-ekranda sürekli Big Brother ‘in söylemleri ve izlemesi  mevcuttur. Winston-filmin başrolü- eski bir antikacıdan aldığı defteri günlük olarak kullanır.
Bu günlüğü tele ekranın yanındaki duvarın içine saklamıştır ve yazacağı zaman sandalyesini ekranın hemen yanına,  görüş alanının dışına çeker  ve orada yazar. Günlüğüne yaşadığı dönem için yazdıkları ise dikkat çekicidir. Yaşadığı çağı ‘Düşüncenin Özgür Olamadığı Çağ, Big Brother Çağı, Düşünce Polisi Çağı ’ olarak betimler.

Filmin benim için kuşkusuz en can alıcı sahnesi ise Winston’ un yasak aşkı Julia ile düşünce polisine ve Big Brother’ a basıldığı sahne. Yasak aşk diyorum çünkü bu çağda aşkta yasaktır. Winston, günlüğünü ve birkaç eşya daha aldığı antikacıyla, dükkanın üst katında bulunan daireyi bir haftalığına kendisine kiralaması için anlaşır. Bu dairenin çok büyük avantajı vardır çünkü burada tele-ekran ve dolayısıyla Big Brother yoktur. Burada Julia ile buluşurlar. Hem dönemden bahsedip , hemde O'Brien’in onlara ‘Yeni Konuş’ sözlüğü adı altında  tele –ekranın önünde verdiği ancak aslında içinde dönemle ilgili merak ettikleri her şeyi barındıran kitabı okumak (O'Brien devletin önemli adamlarından biridir, öncelikle Winston'la aynı düşünceleri paylaşıyor gibi görünür fakat daha sonrasında bir düşünce polisi olduğu ortaya çıkar.) ve Julia ile baş başa vakit geçirmek için bu daireyi kullanırlar.

Fakat bir sabah hiç ummadıkları bir şey olur. Odanın duvarındaki resim çerçevesinin arkasından Big Brother’ in sesi gelir. Meğerse odanın içinde tele –ekran vardır ,bu çerçeve sadece onu gizlemek için kullanılmıştır. Çerçeve düştüğü anda çırılçıplak Big Brother ‘in karşısında bulurlar kendilerini ve tabi hemen polisler gelir . Onlara odayı kiralayan antikacının da bir düşünce polisi olduğunu öğrenince büyük şok yaşayan Winston ve Julia hemen  oradan Sevgi Bakanlığı 'na götürülürler.

Sevgi Bakanlığı yerin çokça katı altında, hiç penceresi bulunmayan, korkunç bir yerdir.  Burada Winston’a çeşitli işkenceler yapılarak devlet hakkında çeşitli fikirlerini bırakmasını ve partiye koşulsuz itaat etmesi sağlanmaya çalışılır. Filmin dikkat çekici sahnelerinden birisi de burada Winston ve O'Brien arasında yaşanan diyalogtur. O'Brien gerçekliğin insan zihninde olduğunu söyler  fakat hasta ve ölmek üzere olan insan zihninde. Winston ise ‘Özgürlük 2+2 nin 4 olduğunu söyleyebilme özgürlüğü ’ olduğunu savunur. Bunun üzerine Winston’ a O'Brien parmaklarıyla dört rakamını gösterir ve bunun kaç olduğunu sorar. Dört cevabını alınca işkence aletini devreye sokarak vücudunu ellerinden ve ayaklarından çeker. Durur ve tekrar sorar. Bu sefer ‘Bilmiyorum,sanırım 4 ’ cevabını alır. Tekrar işkence yapar ve bir daha sorar. Bu sefer Winston dört gördüğü parmaklara beş cevabını verir ve rejim onun beyninde de amacına ulaşmış olur.

 Ama hala duyguları kontrol altına alınamamıştır. Sevgi bakanlığında bunun da bir çözümü vardır. Winston'un yüzüne fareleri yaklaştırınca, farelerle kendi arasına Julia'ya koyar. Çünkü koyacak başka kimsesi yoktur. Benim yüzümü ısırmasınlar, Julia'nın yüzünü ısırsın, der.

Sevgi Bakanlığı' ndan gönderildikten sonra çok rahat koşullar altında, hiç izlenmeden yaşamaya başlar. Ancak hiç arkadaşı yoktur. Bir gün yolda Julia ile karşılaşır. Julia'da korkusuna yenik düşüp onu satmıştır. Birbirlerinden özür dileyip, dostça ayrılırlar. Ve geçen her gün, Parti ve Big Brother'a olan bağlılıkları artarak yaşamaya devam ederler.

Filmde sıkça vurgulanan şeyler  ise özellikle filmin sonlarına doğru dikkat çekicidir. ‘Güç bir araç değil, sondur’, ‘ Partiye olan sadakatten başka sadakat yoktur.’ , ‘Big Brother sevgisinden başka sevgi yoktur’.

Film düşündürücü ve her insanın farklı düşünceler çıkarabileceği bir yapıdadır bence. Beni  en çok düşündüren ise günümüz ile film arasındaki bağ oldu. Yaşadığımız Post- modern çağda Türkiye ‘de ve dünyanın birçok ülkesinde Big Brother furyası oldukça popüler ve insanlar bunu izlemekten keyif alıyorlar. Sadece Big Brother için değildir bu söylemim. Aynı şekilde insanların gözetlendiği ve insanlara emirler ile yaptırım gücü olan her programı izlemekten zevk alıyoruz. Ve garip bir şekilde bizde izlenmek istiyoruz.  Bunu açıklayan tek bir söz var bence. Üniversitemize söyleşiye gelen İsmet Emre hocamızın söylediği gibi bütün olay aslında ;

‘Klasik dünyada  ‘Düşünüyorum, o halde varım.’ diyoruz, Modern çağda ‘Biliyorum, o halde varım.’, Post- modern çağda ise ‘İzleniyorum , o halde varım.’’.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder