24 Ocak 2016 Pazar

Marksist Teoride ‘Yabancılaşma’ nedir?


Karl Marks, 1844 Ekonomik ve Felsefi Elyazmaları adlı eseriyle birlikte, kapitalist üretim tarzının işçileri sömürme sürecini ana hatlarıyla özetlemiştir. Bu olguya, işçilerin varını yoğunu ortaya koyup karşılığında ise neredeyse hiçbir kazanım elde edememesini hesaba katarak, yabancılaşma ismini vermiştir. Marks, kapitalist düzende işçilerin üç sekilde yabacılaştırıldığını söylemiştir: kendi işine (üretim sürecine) yabancılaşması, kendi emeğiyle ürettiklerine yabancılaşması, doğaya ve insanlığa yabancılaşması…
Kendi işine yabancılaşma
İşçi sınıfı için emeğin anlamı, hayatta kalabilmek için bir araç olmaktan öteye gidemez. Yani işçiler için, yaptıkları iş uğruna verdikleri emek onları ne tam anlamıyla eğitebilir ne de zenginleştirebilir. Marks bu sürece, ”hayatiyetin feda edilmesi” adını vermektedir. Bu demek oluyor ki, neredeyse bütün işçiler, işini sevdiği için değil gerçekten zorunda kaldığı için yapmaktadır. Sabahın köründen akşama kadar süren işinden memnun olup uygun miktarda kazandığını söyleyen pek az sayıda mavi yakalı veya beyaz yakalı işçiye rastlayabilirsiniz. Her işçinin zamanı, enerjisi ve zihni özel mülkiyet sahibi sermayecilerin yapacağı kârlara yoğunlaştırılmış durumdadır.
Marks’ın da dediği gibi, kapitalizmde ”Üretmeyen (yani sermaye sınıfı), üretimi ve ürünü kontrolünde bulundurmaktadır.
Örneğin bir restorandaki garson ekibi, mekânın kâr edebilmesi için neredeyse bütün enerjisini feda etmektedir. Haftada ortalama 40 ila 60 saatlerini restorana ayırırlar. Yani, aileleriyle geçirebilecekleri veya eğlenip rahatlayabilecekleri zamanın çoğunu restoranda çalışarak geçirirler. Çünkü yaşamlarını sürdürebilmek için paraya ihtiyaçları vardır ve çalışmak kaçınılmazdır. Her ayın veya haftanın sonunda aldıkları üç kuruş maaş ise, aç gözlü ev sahipleri, süpermarketler ve mağazalar gibi asalaklar tarafından hunharca sömürülmektedir. Bütün bunların ardından işçilerin kendisine kalan miktarı, az çok tahmin edebiliyorsunuzdur.
Başka  bir örnek vermek gerekirse bir otomobil fabrikasında çalışan işçi hattaki görevini bilir sadece. Yıllarca bir tornavida sıkar fakat  üretim sonucunda ortaya ne çıkacağı hakkında bir fikri yoktur.
Kendi ürettiklerine yabancılaşma
Kapitalizm adı verilen sömürü düzeninde, işçi sınıfı sürekli üretim halindedir, ancak ürettikleri eşyalar ve sundukları hizmet yalnızca sermayeci mülk sahiplerine aittir. Kemik ağrıları, baş ağrıları, terlemeler, zihinsel zorluklar, yaralanmalar, stres… Hepsi, başkasının kâr etmesini sağlayan malların ve eşyaların üretimi içindir. İşçilerin, ürettikleri üzerinde bir hakimiyeti yoktur; onlar üretimi yapar ve sonra da, ürettiklerine yabancılaşır.
Marks, bu gerçek hakkında şunları söylemiştir:
”İşçilerin mevcut durumu, kendileri için adeta bir eziyet iken, kapitalistler için keyif ve neşe kaynağıdır. […] Mevcut düzende işçinin sefaleti, ürettiklerinin boyutu ve kudretiyle ters orantı içerisindedir.”
Yani özel mülkiyet sahipleri, işçilerinin yıprandığı derecede zenginleşir. İşçi ne kadar hızlı temizlik yaparsa veya yemeği pişirirse (yani, işini ne kadar kısa sürede hallederse), kapitalist o kadar fazla kâr edecektir. Örneğin yoğun bir şehir lokantasında mutfak işçileri, asgari ücretten düşük bir maaşla yaşamını devam ettirmelerine karşın, işleri gereği, 20 dolardan başlayan yemek tabakları hazırlamaktadırlar. (Aldıkları maaşla, tabağı 20 dolar olan yemekle beslenmeleri sadece bir hayaldir.) İşçiler emeklerinin karşılığında üç kuruş maaş alırken, özel mülkiyet sahipleri onların emekleri üzerinden, adeta bir parazit gibi, kârlarını artırmaya devam etmektedir. 
Veya bir ekmek fırınında çalışan fırıncıyı düşünelim. Sabahın ilk saatlerinde gelip ekmek yapmaya başlar.Fakat eğer kendi cebinde ekmek alacak parası yoksa o ekmeği alamaz ve aç kalır.
Ve bu durum, kapitalist sömürü düzeninin temel niteliğidir.
Doğaya ve insanlığa yabancılaşma
Marks’ın bahsettiği üçüncü yabancılaşma şekli, aralarında en karmaşık ve yaygın olanıdır: işçilerin toplumsal çevrelerine yabancılaşması.
Gün boyu ağır şartlar altında çalışarak yaşam mücadelesi vermekten fazlasıyla yorulup tükenen insanların yalıtılmış hissetmesi oldukça kolaydır. Kapitalizm, işçileri, işlemekte olan bir mekanizmanın parçaları haline getirir; makineleştirir.
Durkheim' ın mekanik dayanışmasında görülen yardımlaşma biçimi , imece üsulu yardımlaşma burada görülmez.İnsan doğası gereği yanında bir tanıdığıyla ,arkadaşıyla, çalışmak ister. Ancak kapitalist düzen buna izin vermez. İşçinin yanına tanımadığı bir yabancıyı özellikle geçirir ve konuşmalarına samimi olmalarına izin vermez. Eğer işçi, iş arkadaşıyla samimi olursa bu kapitalistin işine gelmez çünkü iş yavaşlar ve kazanacakları paradan kaybederler.
Kapitalizmin aygıtları, birçok işçinin toplumda daha iyi bir mevkiye erişmek ve kendilerine zulmeden kapitalistlere (fikren ve fiziksel olarak) benzemek istemelerine sebep olabilir. Buna Marksist teoride ”yanlış bilinçlilik” adı verilmektedir. Gerçek şu ki, işçilerin çok büyük bir çoğunluğu asla kapitalist veya zengin falan olamayacaktır. Bunun için ne kadar çok çalışırlarsa çalışsınlar, pek çoğu zar zor geçinmeye devam edecektir.
Yabancılaşma, kapitalist düzenin bir gerçekliğidir. İşçiler birlik olup mücadele edince durum elbette değişmektedir. Kendilerini sömüren bir toplumda bölük pörçük bireyler olarak yaşamaktansa, ortak bir güç olarak bir araya gelebilirler. İşçiler birlikte mücadele ettikçe, onları birbirlerine yabancılaştırmayan yeni bir bağ keşfederler. Bu bağ, mevcut toplumsal düzene karşı verilen kavgada ortaya çıkmaktadır.
Bu bağ, yanlış bilinçliliği sınıf bilincine dönüştürebilecek olan anti-kapitalist mücadelede saklıdır. Sınıf bilinci, mücadelenin bir ürünüdür. Ruhsal ya da metafiziksel değil, gerçek bir şeydir bu. İnsanlar zulmü rüzgârlara savurmak için birlikte harekete geçtiğinde ortaya çıkacaktır. Çünkü, o zaman artık kendi kafasına göre takılan bireyler değillerdir; devrimci değişim için başlatılan ortak ve güçlü bir hareketin parçası haline gelmişlerdir.
Sınıf bilinci, yoğun sınıf savaşımlarının baş gösterdiği dönemlerde gelişmeye başlar. Ancak asla unutulmamalıdır ki, devrimci sınıf bilinci, kitlesel başarıya ulaşmış bir komünist partinin müdahalesi olmaksızın işçi sınıfına taşınamayacaktır.
İşçi sınıfının karşı karşıya kalacağı (yabancılaşma gibi) temel zorlukları aşmanın yegâne yolu, siyasi iktidara giden yolda sınıfın sesinin yükseltilmesidir. Bu sürece ise, sosyalist devrim adını vermekteyiz.



                                      Alıntılar :http://komunos.org/marksist-teoride-yabancilasma-nedir.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder